SEVİŞMENİN MAHREMİYETİ
İstanbul Tıp Fakültesi 4. Sınıf öğrencilerine 12 yıldır “Kadın Cinselliği ve Cinsel Fonksiyon Bozuklukları” dersini ben anlatıyorum. Farklı kültürlerden gelen, çok farklı bakış açılarına sahip genç, kanı kaynayan bir sınıfa cinselliği, hele kadın cinselliğini anlatmak kendi içinde zor.
Dersi basit fizyolojik temelleri anlatarak bitirebilirim ama bunu yapmayacağımı, yapamayacağımı yazılarımı okuyan sizler anlamışsınızdır. Bazen dersin bir noktasında sorarım “Neden sevişiyoruz?” hatta kimi zaman daha provokatif olsun diye kelimeleri değiştirip doğrudan sorarım “neden seks yapıyoruz?”
Çok sevdiğim bir arkadaşım 3 yıl süren inişli-çıkışlı, ayrılıp barışmalarla geçen ilişkisini geçtiğimiz Mayıs ayında bitirdikten sonra, bana, onca zaman beraber olduğu kadına yazdığı satırların bazılarını gönderdi. Sonra telefon edip “böylesi yazabildiğim, tüm bunları bana yaşatan kadın beni öylesi kırdı ki, şimdi şaşkınım” dedi.
Açıkçası ben kadının son 1.5 yıldır zaten onunla beraber olmadığını düşünüyordum ve bunu bir kaç kez kendisine söyledim ancak çok da anlamadı. Eh! açıkçası aynı durumda hangimiz anlayabilir ve söylenenlere kulak verebiliriz ki?
Çarşamba günü tekrar aradı beni ve O’ndan bir mesaj aldığını söyledi. “Sohbetini, seninle konuşmayı özledim” diyen bir mesaj. Şaşkın arkadaşım artık kırgın biri olarak, son 2 gün ve gecesini uykusuz geçirmişti, ne diyeceğini bilmeden.
Oysa biri ile seviştiğinizde bir parçanızı ona verirsiniz. O sizde, siz de o’nda, onunlasınızdır. Bu nedenle cinsellik özel bir deneyimdir. Bakmayın siz o filmlerdeki uç yaşamlara. Tek gecelik ilişki yoktur. O gecenin mutlaka ikincisi, üçüncüsü olacaktır.
Ama bir kez bu duyguya ihanet edildi mi, mahremiyet önemsizleştirildi mi, taraflardan biri diğerini sıradanlaştırdı mı, sanki paylaşılan hiç bir şey olmamış gibi davrandı mı, geri dönmek, o kırgınlığı aşmak zordur.
Yaşanmışlıklar sonrası kadın olsun erkek olsun insanların bazen adını koyamadığı ama hissettiği duygu durum budur.
Bu duygu durumu en iyi bence AHMET ALTAN bir yazısında anlatmıştı:
“Şehvetle sevişen, sevişmeyi seven, insanı içine çeken o karanlığın dibindeki fısıltılardan, dokunuşlardan, çıldırışlardan oluşan gökkuşağının içinde varlığından kurtulmanın eşsiz hazzını tadan ve bunu hep tatmak isteyen biri asla sevişmelerin mahremiyetine ihanet etmez.
Eğer böyle bir ihanet görüyorsanız mutlaka bir şehvet eksikliği vardır.
Sevişmeler alemine şehvetsiz girenler çok kısa bir sürede güvenilmez yaratıklara dönüşürler çünkü.
Sevişmek, tanrıların oturduğu dağlardan akan sularla yıkanmak gibidir benim için, o sularda bedeninin ve ruhunun bütün yüklerinden arınır, o birkaç saat için de olsa yaralarından kurtulursun.
Şehvetin, bütün parlak renkleri diplerine saklanmış kara köpüklü girdabında kaybolup da, büyük ve karşı konulmaz bir arzuyla o şehvete teslim olduğunda, bütün hırslarından, öfkelerinden, üzüntülerinden, korkularından, acılarından azad olur, sadece dokunuşlardan, tutuşlardan, öpüşlerden oluşan büyük bir ayinin müziğiyle sonsuzluğa doğru yükselirsin.
Zaman yoktur, hayat yoktur, ölüm yoktur.
Şiddetin bile hazza dönüştüğü, unutuşun tatlı iksiriyle sarhoşlaşmış ruhunun bin bir türlü yakıcı hayalle titrediği, kainatın bütün kapılarının zevke açıldığı bir alemde, çiçek tozlarından oluşmuş bir pars gibi kah keskin ve yırtıcı, kah hafif ve uçucu dolaşırsın.
Bu muhteşem hazzın büyüsünü mahremiyet oluşturur.
İki kişiyi hayattan ve ölümden saklayan, onları diğer bütün insanlardan ayıran, koruyan, onları sınırsızlığın o başdöndürücü çekiciliğine güvenle teslim eden o koyu mahremiyettir.
Bu mahremiyeti paylaştığın insana minnet duyarsın.
O’dur sana bütün bunları bağışlayan.
O insana, paylaştığın o mahremiyete ihanet, bence, günahların en büyüğü, alçaklığın en kirlisidir.
Böylesine bir ihaneti paylaşan herkes de kirlenip alçalır.”
AHMET ALTAN’ın bahsettiği “ihanet” terkedilmek veya başkası ile beraber olmak, aldatmak değildir temelde. Yaşanmış cinsellik sonrası mahremiyete saygı göstermemek, ya da değersizleştirmek ve o kişiyi sıradanlaştırmaktır. Paylaşılanı sıradan bir şeymiş gibi sunmaktır. Hatta bunu terkedilmişliğin veya aldatılmanın acısını çıkarmak için yapmaktır. Ahmet Altan’ın dediği gibi ihanetlerin en büyüğüdür.
Çünkü bizler yaşam denen ve sonunu asla bilmediğimiz bu serüvende yalnız olmadığımızı anlamak için, direnme gücü için, ayakta kalabilmek için ilişkiler yaşar ve bu süreç içinde sevişiriz. Sonunun ölüm olduğunu bildiğimiz bu serüvende ayakta dimdik varolduğumuzu hissedebilmek için sevişiriz.
Teni ve dokunmayı paylaşabilmek öylesi özeldir ki, her iki kişiyi de birbirleri için özel kılar.
Her ayrılık sonrası gidilen bazı yerleri, alınan hediyeleri görmek içinizi acıtır. Aslında yaşanmışlıklar sonrası paylaşılan cinsellik, tensel yakınlaşmadır tüm o anıları anlamlı kılan ve şimdi içinizi acıtan. Oysa taraflardan birinin, tüm bu paylaşılanlar sonrası sizi sıradanlaştırması, sanki hiç bir şey yaşanmamış veya artık anlamı yokmuş gibi davranması “ihanettir”.
Arkadaşıma Ahmet Altan’ın satırlarını gönderdim. Ve kırgınlığına sebep olan “ihaneti” unutmamasını öğütledim. Diğer taraftan karşı tarafa bir şans daha verilebilir mi? Yaşamı paylaşmak için değil, yaşamın bir köşesinde kalabilmesi için? Ne dersiniz? :-) :-)
Sevgi ve saygı ile
İyi ki varsınız...